İRFAN ALKUR
1956 yılında İzmir’in Tire ilçesine bağlı eski adıyla Uzgur olarak bilinen Başköy’de dünyaya geldim. Evimiz köyden 2,5 km dışardaydı ve köye gitmek için patika bir yol vardı. İlkokula başladığımda her gün bu patika yolu yürüyerek gidip gelirdim. İlkokul birinci sınıfta büyük ağabeyimin bana verdiği eski küçük bir bağlamayla, müzikle tanıştım. O zamanlar okuldan kalan zamanlarda kuzuları otlatırken onları korkutmak için bağlamanın tellerine dokunurdum. Daha sonra kısa bir sürede bu entrümana olan merağım arttı ve ben ikinci sınıfa giderken duyduğum her türküyü çalar hale geldim. Bu arada köyümüzde o yıllarda bağlama ve kabak kemane çalan bir çok büyüğümüz vardı. Bağlamayla başlayan müzik yolculuğuma kabak kemane de eklendi. Ancak bu entrümanı alabileceğim herhangi bir yer olmadığı için kendim yapmaya karar verdim. Kuzularımızı otlatırken doğadan temin ettiğim malzemelerle ilk kabak kemanemi yaptım. Böylelikle kabak kemane maceram da başlamış oldu. 1970 li yıllarda köyümüzde öğretmenlik yapan, İzmir’den gelip giden bir hocamızın bir gün TRT radyosundaki tanıdıklarına köyümüzün müziğe olan ilgisinden bahsetmesiyle, TRT sanatçılarından aralarında rahmetli Durmuş Yazıoğlu ve Nevzat Yassı hocalarımızın da olduğu birkaç kişi köyümüzü ziyarete geldiler. Köy kahvesinde köyümüzde üç telli bağlama ve kabak kemane çalanlarla birlikte kayıt yaparlarken, sohbetleri sırasında büyüklerimizin “Köyümüzde bir çocuk var hem bağlama çalıyor hem kabak kemane yapıyor” demeleri üzerine onlarla tanıştım. Kendilerine bağlamayla bir türkü çaldım. Yine sohbet esnasında, Durmuş hoca kabak kemanenin bizim çok eski geleneksel bir çalgımız olduğundan; ancak yeterince tanıtılmadığından, ve aslında bolca yapılsa piyasaya sürülüp satılabileceğinden bahsetti. Ben de “Ben yaparım.” demiş bulundum. Ve o da “Sen yaparsan, ben de satmana yardımcı olurum.” diyerek bana adresini verdi. Üç aylık bir sürede yine dağda koyun otlatırken otuz kadar kabak kemane yaptım ve İzmir’in yolunu tuttum. İlk kabak kemanelerimi Durmuş Yazıcıoğlu’nun beni yönlendirmesiyle Kordon’da sattım. Böylelikle kabak kemane üretimine de başlamış oldum.
O zamandan bu zamana kabak kemaneyi tanıtmak için İstanbul, Antalya, İzmir, Aydın ve daha birçok şehirde birçok festivale katıldım. Ankara’da Atatürk Kültür Merkezi’nde ve Eski Hipodrom’da gösterilerim oldu. Kültür Bakanlığı’nın bana vermiş olduğu bir Zanaatkarlık Belgesi mevcuttur. Kabak kemane yapımı ile ilgili Gezelim Görelim, Yörelerimiz Türkülerimiz, Çeyiz Sandığı gibi bir çok televizyon programına konuk oldum. Ayrıca TRT’nin yapmış olduğu Yaşayan İnsan Hazineleri belgeseli, benim yaşam tarzımı, kabak kemanenin yapımı, benim için yeri ve önemini anlatan önemli bir belgeseldir. Yine TRT’nin yapmış olduğu henüz yayınlanmamış, bir çok dile çevrilerek dünyaya bu müzik aletini tanıtmayı amaçlayan bir belgesel yapım aşamasındadır. Ayrıca 2016 yılında İzmir Büyükşehir Belediyesi’nin düzenlemiş olduğu Tarihe Saygı ve Koruma Ödülleri’nin el sanatları kategorisinde aile olarak Jüri Özel Ödülü’ne layık görüldük.
2010 yılında Başköy Kureyş Mevkii’nde bulunan doğup büyüdüğüm evi restore ederek atölyeye dönüştürdüm. İrfan Alkur Kültür ve Sanat Evi adını verdiğim atölyede kendimi köyüme hizmet etmeye adadım. Üç yıldır köyümüzdeki çocuklara ve gençlere atölyemde gönüllü olarak hizmet veriyorum. Bağlama çalma, kabak kemane çalma ve yapım atölyelerimiz var. Amacım gençlere müziği sevdirmek. Kim bilir köyümüzde belki yine yıllar önce olduğu gibi bir çok bağlama ve kabak kemane çalanlar olur.. Ayrıca kültürümüzü yurt dışına da tanıtmak için girişimlerimlerde bulunuyorum. Bir tur şirketiyle iş birliği yaparak atölyemizde Amerika’dan gelen gruplara kabak kemaneyi tanıtıyorum. Bazen bir bakmışım, Amerikalı bir turist atölyemde Kesik Çayır türküsüyle ayağa kalkmış oynuyor. Ya da almış eline kabak kemaneyi bir melodi yapıyor. Bunlar çok güzel şeyler.
Bizi biz yapan değerlerimize, kültürümüze daima sahip çıkabilmek dileğiyle.
Kabak Kemane Ustası İrfan Alkur
Bir Atı Kuyruğundan Kesmek
İlk kabak kemanelerimi yaptığım 1970 li yılların başında kabak kemanenin yayı için at kılı kullanıyordu. O yıllarda köyümüzde taşımacılıkta ve ulaşımda kullanılmak üzere her hanede at veya eşek gibi hayvanlar olurdu. İşleri olmadığı zaman bu hayvanlar meraya salınıverir, başıboş bırakılırdı. Kabak kemane yapmaya çalışan ben, yay yapmak için at kılı bulamamıştım. Bir gün meraya salıverilmiş yaşlı bir arkadaşımın yardımıyla bir atı yakalayıp kuyruğunun kıl kısmını dibinden kesmiştim. Ancak daha sonra atın sahibi rahmetli Emin amca durumu fark etmiş ve bizim yanımıza gelerek “Söyleyin bakalım, benim atın kuyruğunu neden kestiniz?” diye sordu ve ben de kabak kemane yapmak için kestiğimizi söyledim. Bunun üzerine Emin amca da “O atın kısacık kılları vardı, söyleseydiniz ben size daha uzun kuyruk verirdim.” Dedi. Bu cevap komik geldiği için arkadaşım tam kahkaha atacaktı ki ikimiz de tokatları yedik. O güne kadar hiç usta tokadı yememiştim, dolaylı yoldan o da oldu!